Haftalık Köşe Yazısı

  • Sayısız şeylerin peşinde koşmaktan kendimize sıra gelmiyor! Modern toplumun başka şeyleri bilme, başkaları tarafından bilinme, her şeye sahip olma gibi dürtüsel arzu bombardımanı; bizi kendimizi bilme yolculuğundan uzaklaştırıyor.
  • Geçen hafta; bir boşanma hikâyesine yol açan, mutsuz ve huzursuz bir aile örneğinden söz etmiştik. Hikâyenin devamı merak edildi, birçok soru ve yorum geldi. Yıllardır uzaktan takip etmeye çalıştığım ailenin boşanmadan sonra neler yaşadığı ve hâlihazırdaki durumu, yani hikâyenin devamı da bir ders niteliğinde.
  • "Eşimle ayrılmamızda birçok faktör rol oynadı. Sanırım bunlardan en önemlisi maddi varlığımızı ve ilişkimizi yönetememek oldu. Üniversite yıllarında tanışmıştık. Güzel bir arkadaşlığımız oldu. Biraz gösteriş merakı vardı. Üniversiteden sonra ailelerimiz tanıştı, kaynaştı. Sonra evlendik. Başta her şey güzeldi. Belki de öyle zannediyordum! Zamanla ilişkimiz gerildi, oğlumuz olduktan sonra birlikte yaşama isteğimiz iyice daraldı.
  • Düşüş demiştik ya hani, bir de acıya düşmek var. Bütün hücrelerinizle hissettiğiniz derin bir acı… Çaresizliğin hüküm sürdüğü bir savaş, bir afet, amansız bir hastalık, beklenmedik bir olay yahut kaza ile yakınlarını yitirmek; derin acıyı davet eder zihnimize! Derin acı üreten her olayın da kendine has bir hikâyesi vardır. Acı veren yitirilen canlar olsa da bazen derin acının asıl sebebi olayın hikâyesidir.
  • Sessizliğin hâkim olduğu ıssız dağların eteklerinde oynadığımız günlerdi. Kış aylarında iki metreye ulaşan karla mücadele ettiğimiz, yazın hasat edilen buğdayla bereketlenen günler. Köpeklerin koyun sürüsünü korudukları, kedilerin fare kovaladığı yıllar. Taş ve tahtadan oyuncaklarla yetindiğimiz, adını bildiğimiz topu henüz göremediğimiz zamanlar. Ve yıldızların sayılacak kadar yakın olduğu vakitlerdi köydeki çocukluk yıllarımız.