Haftalık Köşe Yazısı

Aşk ve Âşıklar

ŞEKERİN ÇAYDA ERİMESİ GİBİ,

SEVİLENİN BENLİĞİNDE KAYBOLMAK… 

Hani derler ya “Aşk anlatılmaz, yaşanır” diye. Bu söz doğru olmasına doğru ama anlatmadan da olmuyor ki. Yaşananlar anlatılmalı, yazılmalı ki deneyim anlamını bulsun ve insanlar yeniden aynı hatalara düşmesinler. Aşklar dilden dile anlatılmasaydı eğer, Leyla’nın bir bakışı için mecnuna dönen adamı nasıl bilecektik. Aslı’sı için dağları delen Kerem’i de bilemezdik. Ölümle randevusunu düğün ve kavuşma günü kabul eden ve kim olursa olsun gönlünde yer veren Hazreti Mevlânâ’yı, yüzyılları aşan sözleri ile gönüllerde taht kuran Yunus’u ve daha adını bilemediğimiz binlerce âşığın eserleri ile kendimizden geçemezdik. 

Aşk; tıpkı şekerin çayda erimesi gibi, sevilenin benliğinde kaybolmaktır. Sevgilinin gözlerine bakmak ve onunla dünyayı görmek, onun gözündeki nuru yakalamaktır. Aşk; bazen bir anlık bir bakış, bazen sevgilinin uğruna adanmış bir ömür, bazen iki satırlık yazı ile derinliklerdeki duyguların su yüzüne çıkışıdır. Ve aşk, sanki bir arayış ve eksik olan benliği tamamlama sürecidir. Kimimiz bu eksikliği tamamlar da rahatlar ama çoğumuzun hayatı ne yazık ki eksik kalır. Evet bazı kişilikler bir türlü tamamlanamaz, arzu ettikleri bütünlüğe kavuşamazlar. Eksik gelirler, eksik yaşarlar ve tam olmadan terk ederler dünyayı. Aşk, nedensiz ağlamaktır ve bazen de nedensiz gülmek. Var olmanın dayanılmaz hafifliğine kendini kaptırmak ve sadece var olmak değil aynı zamanda yaşamaktır hayatı. Hem de bütün hücreleri ile hissetmektir yaşananları. Aşk, yerinde kalmak ya da geriye gitmek değil, ileriye doğru yol almaktır. Vahşice akan bir suyun dalgalarıyla boğuşmak, sağanak gibi gelen kurşunlara göğsünü siper etmektir. Tabii ki sevmektir, katıksızca. Hem de kişisel bir çıkar, bir kazanım olmaksızın sevmek; sadece o olduğu için gönül vermektir. Birlikte olmak, kavuşmanın heyecanıyla yanıp tutuşmaktır. Koşullu sevgi ile yetişen yeni nesiller, bilemezler aşkı; yolları sevdaya uğramaz. 

Koşullar, sınırlar, karşılaştırmalar ve rekabete dayalı yetiştirme süreci kişide kıtlık zihniyetine yol açar; kişi sevgi kıtlığı yaşar. Sahip olduklarını korumaya adar ömrünü ve bir türlü değişemez; direnç gösterir. Kişisel değerini hissedemeyen, kendisi ile barışık yetişemeyen, yetiştirilmeyen kişi; aşkı ve sevgiyi bilemez, anlayamaz. Aşk, bazen zaman aşımında yaşamak; belki de yüzyıllar öncesini veya sonrasını solumaktır. Aşk karşınızdaki güzelliğin hakkını vermek, onun için yanıp tutuşmaktır. Sözlere sığmaz, kelimeler anlamını yitirir aşk varsa… Yani hayatınızda “o” diyebileceğiniz, “o benim” diyebileceğiniz biri varsa aşk vardır. Ve aşk bir masalı; gerçek hayatta yaşama çabasıdır ki çoğu zaman hüzünlerle doludur. Çünkü nasıl görüyorsanız öyle yaşarsınız aşkı. Aşk bir ilhamdır, başka bir âleme yöneliştir. Başka bir mekâna ve boyuta yönelme, ulvi bir bütünün bir zerresi olma sevdasıdır. Aşk, geçmişten alınan güçle geleceğe kurulan köprüdür. Aşk, canlının bin yıllardır kopup geldiği ana kaynağa yeniden yönelmesidir. Deryalarla buluşma yolundaki damla misali, özüne akmaktır yeniden. Ve nihayet Dünya’yı döndüren, Güneş’i kor bir alev topu olarak yakan, galaksileri canlı kılan, çekirdeğin etrafındaki atomları hareket ettiren de aşktır. Böylece yokluk, aşk ile varlığa dönüşür. 

FARKLI KİŞİLİKLER FARKLI AŞKLAR

 İnsanlar hayatlarında farklı farklı aşklar yaşarlar ama genellikle birisi baskın olur. Para aşkı, mal aşkı, beşerî aşk, ilahi aşk, vatan aşkı, bilim aşkı, karşı cinse duyulan aşk... Acaba aşkları gruplamak gerekirse kaç biçimde ele alabiliriz ya da kaç çeşit aşkla karşılaşırız? Araştırmalar, bireylerin yaşadıkları aşkların, baskın kişilik özelliklerinin bir sonucu olduğunu ortaya koymuştur. Yani kişilik özelliğimiz; aşklarımızın biçimini, yoğunluğunu, yönünü belirler. Temel kişilik özellikleri bakımından kişiler; fiziksel, zihinsel ve duygusal olmak üzere üç grupta ele alınabilirler. Kişilik özelliği bakımından fiziksel grupta yer alanlar; genellikle hareketli, dinamik, işin içinde yer alan kişilerdir. Zihinsel baskınlığı olanlarda mantık ve kurallar öndedir. Duygusal olanlar ise genellikle güçlü duygulara sahip olurlar. Saydığımız üç kişilik özelliğine sahip bireylerin yaşadıkları aşklar da farklılık gösterir. İster mistik pencereden ister bilimsel pencereden bakalım, Aşk yani kişinin içten gelen kuvvetli bir duygu ile bir objeye, görünür ya da görünmez bir “şey” e bağlanması sonuçta bir davranıştır ve doğal olarak kişiden kişiye değişir. Yaşanan aşkın yoğunluğu, hedefi, maşuktan beklentiler başka başkadır. Fiziksel ya da maddi aşkları ilk sırada sayabiliriz. 

Bu gruptaki âşıklar ya da kendisini âşık zannedenler, ısrarla her türlü maddiyatın peşinde olurlar. Para, pul, katlar, yatlar kısacası her türlü maddi zenginlik bu âşıkları baştan çıkarır. Öyle ki bir arabaları, bir katları daha olsun, maddi zenginliklerine bir taş daha eklensin diye durmadan koştururlar. Maddiyata yönelen bu pervasızca âşık; kimi zaman dağı taşı bile deler, mantığını yitirir ve insanlara rağmen onların elindekilere göz diker. Para, tek odak konusudur. Bu âşıklar para için ağlarlar, maddi maşuklarına ulaşamadıklarında kendilerine ceza verirler. İyilikleri parayla ölçerler. İnsanları da salt maddiyatları için sever ya da uzak dururlar. Sonunda zengin olurlar yani muratlarına kavuşurlar. Kavuşurlar da yolun sonunda da genellikle mutsuz olurlar. Çünkü bütün maddi varlıklar, zihinsel ve ruhsal değerlerle taçlanmadıkça eksiktir. Gelişmiş bir bedenin fizik yapısının her şey olamaması, kişinin ruh sağlığı için sosyal ve psikolojik yönün de işlenmesi ihtiyacı gibi birçok husus eksik kalır bu âşıklarda. 

Dolayısıyla aşk enerjisini maddeye odaklayanların çoğu, ahir ömürlerinde kendilerini boşlukta hissederler. Bazen uçuk kaçık eylemlerle, maddiyatın ötesindeki kayıpları ile buluşmak isterler. Ama çoğu başaramaz. Çünkü maddi varlıklarla çevrelerinde kurdukları duvarlar öylesine kalınlaşmıştır ki, kendileri bile bu surları aşamaz. Derinlikler psikolojisinin verilerine göre kendi alt egolarına (alt ben) yönelen kişiler, konu ne olursa olsun kendilerini merkeze alarak hareket ederler. Bireysel, maddi ve fiziki varlıklarını sürdürme amacı; hayatlarının, dolayısıyla da aşklarının odağını oluşturur. Bunun içindir ki, fizik kökenli bu aksiyon insanlarının aşkları da çoğunlukla benmerkezci olur. Çünkü her zaman önemli olan, onların arzu ve istekleridir. Bu aşka kaynaklık eden temel duygu ise öfke ve öç almaktır. Dolayısıyla fizik karakterli âşıklar, âdeta kaybettikleri maddi varlığı arama ve kurtarma mücadelesi verirler.

(Devam Edeceğiz...)