48 yaşındaki bir işadamı dostumuz, beyin kanaması geçirdi. Yüzlerce çalışanına liderlik yapan, üretimi çekirdekten bilen, pazarlamadaki ikna yeteneği dillere destan, dünyayı dolaşan, hayat dolu bir insan. Bedeni yaşıyor ama zihinsel fonksiyonları adeta bu dünyanın gerçeklerine kapanmış gibi. Yeryüzünün halifesi hazreti insan, bedeninin aklına emanet bir beşer artık. Kim bilir nasıl bir hakikatle iç içe?
Ziyaret ettik kendisini. Kanamanın belirgin bir nedeni yok. Direği yıkılmış aile perişan. Eşi ve çocukları, hiç olmadığı kadar babanın etrafında pervaneler. Ama başka bir dünyanın hakikatine yönelmiş dostumuz için çabalar anlamsız. Bütün organları sağlam, yiyor, içiyor, eskisi gibi olmasa da dolaşabiliyor. Ancak hiçbir faaliyete katılmayı istemiyor, sürekli yatmayı, yalnız kalmayı, dalmayı tercih ediyor. Acılı uyaranlara tepki veriyor, konuşulanları anlıyor gibi ama sözlü iletişimi yok, beden dili ile temel ihtiyaçlarını yardımla yerine getirebiliyor. Birkaç damarı tıkanmış beynin nasıl bir oyunudur ki bu, insanın her şeyi var ama hiçbir şeyi yok. Beşeri insan kılan sır perdesi kalkmış, beden var, ruh göçmüş gibi. Varlar yok, yoklar var olmuş onun dünyasında. Tam bir imtihan.
Eşyanın Hakikatine Ulaşmak
Kendi gibi mühendislik okuyan oğlu, doktorların tavsiyesiyle küçük bir yazı tahtası almış babasına. Kelimeler yazıyor, şekiller çiziyor, babasını bu dünyanın gerçeklerine döndürmek için. Oysaki kendi oyun dünyasından kopmak istemeyen 2 yaşındaki çocuk misali baba, bu dünyanın ikisine iki daha eklendiğinde sonuç ne olur sorusuna dahi cevap vermekten çok uzakta.
Hemen her konuşmamızda heyecanla parayı, iş dünyasını, kurları, aile şirketlerini soran, saatlerce müzakere yapabilen girişimci genç adam; “Nasılsın” sorusuna cevap vermekten aciz. Daha birkaç ay önceki bir sohbetimizde; “Hocam, daha fazla para kazanmamız, daha büyük işler yapmamız lazım” diyen dostumuz, şimdilerde başka bir dünyanın insanı gibi bakıyor. Bakıyor da neyi, nasıl gördüğünden emin değiliz. Belki de eşyanın hakikatine aşina olmanın sarhoşluğu ile dolan zihni, dünyaya meyletmiyor artık kim bilir?
İnzivaya çekilmiş, çilehaneye talip takva gibi “Ölmeden önce ölün” hadisine uygun bir davranışa bürünmüş ve kopmuş bu dünyanın varından. Zihin, bedenin yaşaması için gereken asgari desteğin ötesine geçmiyor, vakit dolana kadar.
Can dostu ve biricik aşkı, eşinin aktardıkları üzerinde günlerdir düşünüyorum: “Hocam, evin terasında uzanmayı istiyor ve sürekli gökleri seyrediyor. Kendi iç dünyasında, uzun uzun dalıyor ama boş dalmalar değil, sanki hesap yapıyor gibi. Bazen zihni hareket halinde ama bizimle değil, başka yerlerde”. Kim bilir nasıl bir hakikatin özüne karıştı da dönmeyi istemiyor. Belki de hakikatine doğru yol alırken nicedir ihmal ettiği kendi gerçeği ile hem hal oluyor. Zira hiçbir gerçek, dostumuzun bu halinden daha gerçek değil.
İnsan Nedir?
Bilgelik geleneğine merakımdan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden aldığım felsefe derslerindeki temel soru geldi aklıma: “İnsan nedir?” Bedenimizi ve düşüncelerimizi kendimiz ya da kendimizin mi zannediyoruz? Kendimize ait ben bilgisi belki de bir zandan ibarettir. Trilyonlarca hücreden oluşan beynimiz; üzerine nakşolan izleri, kayıtları, madde gerçeğini, sayı bilgisini, toplamayı, çıkarmayı, biriktirmeyi, bilimsel araştırmayı kolayca yapıyor da kendi gönül hakikatini keşfedecek aklı yok mu aklımızın?
Değerli dostlar, zor biliyorum ama lütfen kendimizin bu durumda olduğunu bir an düşünelim. Benzer hastalık ve zorluklarla dolu imtihanlar bizler için de geçerli. Hem de her an. Peki, bu konuda nasıl bir egzersizimiz, ne tür bir hazırlığımız var?
İşte bunun için gönlümüzde peyda olan hakikatimizin peşine düşmek gerekir, beynimizde damarlar tıkanmadan, kalbimiz teklemeden… Bütün çekiciliğiyle ayağımızın altındaki dünyanın gerçeklerine zihnimizi kapatarak başımızın üstündeki sonsuzluk âlemine yolcu olabilmeliyiz bazen.