Danışmanlık yaptığımız bir aile işletmesinin Türk ve Romen yöneticilerinin katıldığı Bükreş’teki konferansımızda okkalı bir soru/yorum geldi. “Maddi ve duygusal şiddet örnekleri giderek çoğalıyor. Ailedeki bozulma insanları buhrana sürüklüyor ve dünyada üzülenler, depresyona girenler çoğalıyor. Bizi kötülüklerden koruyacak iç sesimizden uzaklaştığımızı düşünüyorum. Bununla başa çıkma yollarını öğrenmemiz lazım. Bu mümkün mü bilemiyorum?”
Dünyanın neresinde olursa olsun insan manzaraları aynı. Madde ile mana arasında gidip gelen insanın mantığı, duyguları, aşkı, kini, hüznü, mutluluğu, yumuşaklığı, sertliği benzer seyirde.
Çoğumuzun bildiği hikâyeyi hatırlayalım: Yaşlılarla konuşmaktan keyif alan ünlü düşünür, derin bir sohbete daldığı bir yaşlıya sorar: “İnsanın genç kalmasının ve uzun yaşamasının sırrı nedir?” Yaşlı adam cevap verir: “Ağzıma bak, dişlerim yok ama dilim yerinde duruyor. Hayatta yumuşaklık her zaman sertliğe üstün gelir. Yumuşaklığın kaynağı aşktır. Sertliğin kaynağı ise kin ve nefrettir. Bütün mesele içimizdeki sese kulak verip doğru olanı seçmektir.”
Düşünürler tarih boyunca insanın iç sesinin ne olduğunu ve kaynağını merak etmiştir. Acaba iç sesimizi besleyen kaynak nedir? İç sesimiz hep iyiye mi yöneltir? İstenmeyen bir davranış sırasında iç sesimizin sesi neden çıkmıyor? İç sesimize kulak vermek ne demek?...
DİL VE DİŞ
İnsanın iç sesinin genellikle toplum tarafından kabul gören iyi, doğru ve güzel olana yöneldiği ifade edilir. Yani ırkı, inancı, memleketi ne olursa olsun insan, doğuştan iyiye meyillidir ve güzele yolcudur. Ancak genetik yatkınlık ve yetişme biçimimizin etkisiyle bazılarımızda dişlerin temsil ettiği sertlik, bazılarımızda dilin temsil ettiği yumuşaklık baskın olur.
İç sesimiz; sağduyumuzun ve vicdanımızın sesidir, varlık serüvenimizin peşinde koşmayı haykırır. Bu; Sokrates’in ifadesiyle delice bir coşku ve hastalık hali, Yunus’un diliyle Çalap’ın yolunda olmak, İbni Arabi’nin söylemiyle var olmanın sevinci olan aşktır.
Sokrates, aşkı anlatırken kullandığı coşkunluk halinin, insana zarar vermeyen tersine onu geliştiren ve ilahi olandan ilham alan bir arayış olduğunu vurgular. İç ses için kullandığı Daimon(1) kavramını, insanı iyi şeylere yönelten, geliştiren ve kötü şeylerden alıkoyan doğaüstü bir güç olarak tanımlar. Kavramın Antik Yunan dönemindeki düşünce formları, insanı yücelten gizli iç güç ve vicdan şeklindeki anlamı, medeniyet yolculuğunda gerçeğinden uzaklaştırılarak zamanla cin ve şeytan anlamında da kullanılmıştır.
Medeniyet ile daha güzel bir hayat peşinde koşan insanoğlu, zamanla konfor alanını genişlettikçe dilden dişe doğru yol almış. Üretmek, yapmak, birleştirmek, iyileştirmek yerine kırmak, parçalamak, dağıtmak, tüketmek daha cazip hale gelmiş. İç sesimizin sesi kısıldığından sertlikle yumuşaklık arasındaki tercihte sertlikten yana yol alıyoruz. Çünkü dış sesler, iç sesimizi işitmemizi engelleyecek kadar çoğaldı. Çünkü dışımızdaki cezbedici maddi varlık âlemi, içimizdeki asıl cevherin sesini duymamızı zorlaştırdı.
Düşünce, duygu, mantık, ruh kısacası bir bütün olarak insanı adeta kuşatan dış sesler, her geçen gün kendimizden, iç sesimizden biraz daha uzaklaşmamıza neden oluyor. İç sesine kulak vermekten uzaklaşan birey, kendisi olmakta zorlanıyor. Maddi varlık alanı genişledikçe mana alanı daralıyor. Ve belki de iç sesimizden uzaklaşmanın en hazin sonucu aşktan uzaklaşmak oldu.
VARLIK SEVİNCİ
Psikoloji dünyası; bireyin iç sesinden yani sağduyusundan uzaklaştığı oranda düşünce yapısında kopmaların, zihinsel karışıklığın, duygularda yersiz hareketliliğin başladığını ve ruhun hastalandığını ortaya koymuştur. Suçlular üzerinde yapılan araştırmalar; bireylerin işledikleri suçtan dolayı aldıkları hapis gibi maddi cezaların etkilerinin zamanla atlatıldığını ancak vicdan muhasebesi ve iç sesin manevi acısının yıllarca devam ettiğini ortaya koymuştur.
Günümüz insanının iç sesine yeniden kulak kesilmesi gerektiği ve yeniden aşk yolunun yolcusu olması gerektiği açıktır. Zira insana somut ve elle tutulur bir hayat ve maddi olanaklar verilmiştir. Ama aynı zamanda duygu, ruh ve mana gücü de verilmiştir. Ecelinin gizlenmesinin önemli bir nedeni; sertlik ile yumuşaklık, umut ile hüzün, madde ile mana arasındaki dengenin sağlanması değil midir?
Gözümüze girmeye çalışan bunca görüntüye, kulağımızda olmak için mücadele eden bunca sese, zihnimizde yer edinmek isteyen bunca algıya rağmen gönül değerlerimizin eseri olan vicdanımızın sesine, iç sesimize yönelmek zorundayız. Kendimize kör ve kendimize sağır hale gelmemeliyiz. Yitirdiğimiz varlık sevincinin yolunda olmak, bozulan iç barışımızı yeniden sağlamak ve nihayet yeniden gerçek aşkın yolcusu olmak mümkündür. Ama bu yolculuk gayret gerektirir. Bu yolculuk, kalp gözü olan vicdanın rehberliğinde insan olmanın ve insan olmayı sürdürmenin gayretidir.
(1)Patrick Süskind (2023), Aşk ve Ölüm Üzerine, (Çev.: Şeyda Öztürk). Can Yayınları, s. 14.