Sosyal sistemler varlık nedenleri olan mana değerlerinden uzaklaşıp salt maddi değerlere bağlanınca amaçlarını kaybeder, gelişmeleri durur, zayıflamaya başlar, iç çatışmaya girer ve sonunda bir kaosa sürüklenerek yok olurlar. Bu durum bilinçli bir tasarım olan evren ve içini dolduran tüm alt sistemler ve varlıklar için geçerlidir.
Birer sosyal sistem olarak aile şirketleri, bu konuda canlı bir örnektir. Zira aile şirketleri, kuruluş nedenleri olan görünmez değerlerden uzaklaşıp maddi varlıkla ayakta kalmaya başlayınca hızla dağılıyorlar. Her 100 aile şirketinden sadece 20’sinin ikinci kuşağa, sadece 5’inin 3. kuşağa geçebilmesi, bunun en önemli göstergesidir.
Ekonominin bel kemiği olan aile şirketlerinin sürdürülebilirliğine hayat veren temel dinamiğin ne olduğunu ve bazılarının hızla büyüyüp gelişirken diğer bazılarının, belirli bir büyüklüğe geldiği halde neden varlığını sürdüremediğini bu gözle değerlendirmek zorundayız.
30 yılı aşan aile şirketi danışmanlığı deneyimi, konuyla ilgili kitaplarımız ve derslerimizden hareketle sonda söyleyeceğimizi başta belirtmek isteriz ki aile şirketini ayakta tutan temel dinamik; ailenin ve kurumun görünmez mana değerleridir. Burada ahlak, adalet, sevgi, saygı, biz duygusu, bütüne hizmet etme ve üretme isteği gibi değerleri öncelikle sayabiliriz.
Kan bağı olan aile üyelerinin kurdukları şirketin elbette kâr etme amacı vardır. Bunun için sermayeye, üretime, hizmete, yönetim organizasyon kurallarına, organizasyon şemasına, görev tanımlarına ve benzeri sistematiklere ihtiyaç vardır. Ancak kurumun fiziki yaşamı için zorunlu olan bu görünür maddi donanımlarla ruhsal yaşamı için zorunlu olan mana değerlerinin ve özellikle biz duygusu dengesinin yaşatılması elzemdir.
BİRLİĞİN ÇİMENTOSU
Araştırmalar ve gözlemler gösteriyor ki kuruluş döneminde baskın olan birliğin, bağlılığın ve tek vücut olmanın çimentosu konumundaki mana değerleri, zamanla zayıflayıp sadece maddi değerlere teslim oldukça ailenin ve kurumun ayakta kalması da zorlaşıyor. Çünkü manadan yoksun maddi varlık, sistemin sürdürülebilirliği için yeterli değildir.
İbn-i Haldun, Mukaddime eserinde devletlerin kuruluş, yükseliş ve yıkılışını, 5 temel aşamada tasnif etmiştir. Bunlar; birinci dönem, zafer ve kuruluş; ikinci dönem, otorite ve yükseliş; üçüncü dönem, refah ve ümran; dördüncü dönem, duraklama ve beşinci dönem ise israf, bozulma ve yıkılma dönemidir. Aile şirketlerindeki yıkımın nedenlerini anlamamızda yol gösterici olacak bu aşamaları kısaca ele alalım ve aile şirketlerinin, hangi noktada olduklarını belirlemelerine yardımcı olalım. Zira bir şirket, onu kuran ailenin devletidir.
Aile şirketinin zafer ve kuruluş dönemi; genellikle kır kökenli kurucu aile üyesinin, büyük şehre gelerek çeşitli işlerde çalışması, başarılı olması ve sonra da kendi işini kurduğu aşamadır. Çoğunlukla etkin, dinamik, çalışkan, temel liderlik özelliklerine ve çizgi dışı bir kişiliğe sahip olan kurucu, insan ilişkileriyle de dikkat çeker. Kuruluş döneminde işin tüm aşamalarını kendi eliyle gerçekleştirir. İşini yerleştirmek için çok çalışır, yazılı olmayan ama hayata geçirdiği hedefleri, vizyonu, misyonu ve hayalleri vardır. Derdi para kazanmaktan ziyade bir katma değer üretmek, farklı bir şeyler yapmak, sistemini kurmak ve kurum olabilmektir.
DURAKLAMANIN HABERCİSİ “REFAH”
Aile şirketinin otorite ve yükseliş dönemi; kurucunun yoğun çabalarıyla hızla gelişen ve büyüyen işin ayakta tutulması ve yerleşmesi için aynı yoğunlukta gösterilen çaba dönemidir. İş, yatay ve dikey olarak büyüdüğü için kurucu, yanına aile bireylerini de alır. Genellikle kardeşler, çocuklar yahut diğer akrabalar bu dönemde kurumda işe başlar.
Kurucu, farklı kişilik özelliklerine sahip aile üyelerini bir arada tutmak ve çabalarını aynı amaca yöneltmek için otoritesini kullanır. Tüm işler, hayallerini gerçekleştirmeye devam eden kurucunun iki dudağı arasındadır. Kurumda çalışan ve çalışmayan aile üyeleri, çoğunlukla gelişme çağında olduklarından kurucuya itaat eder. Aile ve şirketin, aynı hedefler etrafındaki birliği, beraberliği ve hızlı büyümesinin sağlandığı, sevginin, saygının ve biz duygusunun önde olduğu bu dönem, daha sonradan özlemle anılır.
Hızla büyüyen şirketin hızla büyüyen maddi varlığı, aile ve şirketi, refah ve yerleşme dönemine taşır. Çalışan ve çalışmayan aile üyeleri, belirli yaşlara gelir, evlenir, yeni yuvalar kurulur. Tek aile merkezli kurum, çekirdek ailelerle genişler. Aile üyelerinin şirketten sağladıkları maddi kazanımlar çığ gibi artar. Oturulan semtler, binilen araçlar, hafta sonu gidilen yerler gibi geleneksel yaşam alışkanlıkları değişir. Kurucunun gücünün zayıflamaya başladığı bu dönemde ilk zamanlardaki çok çalışmanın, üretmenin ve büyümenin yerini artık daha az çalışma, daha çok tüketme ve maddi değerleri hayatın her kademesinde merkeze alma alışkanlığı almıştır.
Liyakatin ortadan kalktığı, kurumun aile üyeleri için mutlak iş kapısı olduğu, çalışmayan aile üyelerinin daha belirleyici olduğu bu aşamada aile üyeleri, çoğu zaman harcama yarışı, toplumsal statü, gösteriş gibi arayışlardan ve anı yaşamaktan işin kendisine ve geleceğine odaklanmazlar. Oysaki yönetilemeyen refah, duraklamanın habercisidir. Bunu göremezler. Çünkü aileyi ayakta tutan ortak heyecan, bireylerin kişisel zevklerine yenik düşer.
Bu süreçte; aile üyeleri için aile şirketinin manası; “biz” duygusu ile kuruma bir şeyler vermekten “ben” duygusuyla kurumdan bir şeyler almaya dönüşmüştür. Az sayıda aile şirketi, bu dönemde kurumsallaşma, işi büyütme, yeni yatırım gibi yönelimlerle yeni bir heyecan oluşturabiliyor.