Başlık size neyi çağrıştırıyor bilmiyoruz; ama sözünü etmek istediğimiz konu işe gönlünü koyabilme sanatı. Bilirsiniz her çalışan işi severek, isteyerek, aşkla, heyecanla yapmak ister. Aynı şekilde yöneticiler de çalışanların kendilerini tam olarak işe vermelerini, işi tüm duyuları ile algılamalarını isterler. Her iki taraf da işin gönülden yapılmasından yana olur, hatta bu yolda birçok etkinlikler de yapar, yapar da bunu nadiren becerebildiğimiz de bir gerçek.
Dilerseniz işe gönlünü koymaktan pratik davranışlar düzeyinde ne algıladığımızı aktaralım. Arkasından bunun nasıl başarılabileceği üzerinde duralım.
İş ne olursa olsun, bunu yapan kim olursa olsun işin başarılmasında olmazsa olmaz faktörler vardır. Bunlar arasında; iş ile yaşamak, işe asılmak, başarıyı arzu etmek, işe liderlik etmek ve böylece klasik memur anlayışını taşımamak öncelikle sayılabilir. Bu davranışların varlığı bir binanın temelinin sağlamlığı gibi işin sağlıklı yürümesine diğer bir ifade ile işin gönülden yapılmasına önemli bir işarettir.
İş ile yaşamak, işi benimsemek, duyumsamak hissederek yapmaktır. İşe asılmak, herhangi bir kişiye göre daha yoğun çalışmak, olmazsa olmazı zorlamaktır. Başarıyı arzu etmek, kişinin bir yerlere gelme, farklı olma isteğinin derinliğidir. İşe liderlik etmek, farklı bakış açıları geliştirmeyi, etkilemeyi, çözümün bir parçası olmayı gerektirir. Nihayet geliş ve çıkış saatleri arasındaki çalışan olmaktan çıkmak, işi bir hayat biçimi olarak algılamak klasik memur çizgisinin aşılmasını sağlar.
İşi gönülden yapmak işin yanında olmak, onunla yaşamaktır. Kendi halinde akan nehrin daha da coşması için yatağını değiştirmek, ona gem vurmak uğraşısı gibi mevcutla yetinmemektir. Arzulanan sonuç güneşe ulaşmak ise kış günü karları delip güneş ile buluşmak sevdasıdır.
En basitinden en karmaşık olanına kadar her işin bir şekli bir de özü vardır. Felsefe diliyle söylemek gerekirse her ‘şey’ varlık ve özden oluşur. Eflatun, Farabi, İbn-i Sina gibi büyük ustaların birleştikleri nokta, özün varlıktan önce geldiğidir. Varlığı anlamlı kılan öz gibi işi de anlamlı kılan ona yüklenen duygular ve değerler ile bu duygu ve değerlerin işi yapan tarafından hissedilmesidir. Duygudan yoksun, gönülden uzak yapılan iş, içi boş zarf gibidir. Yaptığı işin özüyle, duygularıyla, değerleriyle buluşmayan çalışan, sadece işin şekli yönüyle ilgili olur ki bu da şekerin çayda erimeyip tat vermemesine benzer. İşin özüne inmek, kişisel benlikleri aşmayı, şekil şartlarını geçmeyi, toplumsal ve ilahi benliklere ulaşabilmeyi, işin ‘değeri’ne ulaşmayı gerektirir. İşin zarfını aşamayanlar, zarfın taşıdığı mesajla buluşamazlar.
Bir işi gönülden, derinlerden gelen bir istekle gerçekleştirmek iş için ehliyetli olmayı, uygun kişilik özelliklerini, uygun yetenekleri, belirli eğitim süresi vb.’ni gerektirir mutlaka. Sözünü ettiğimiz iş için gereken tüm koşullar sağlandığı yani iş ile kişi arasında gereken tüm uyumlar sağlandığı halde işin öylesine heyecansız yapılmasıdır. Heyecan duyulmayan iş sıradan bir iş olur, belki o günkü hedefler gerçekleşmiş olur, belki iş saatleri doldurulmuş olur ama işin gelişmesi yeni yeni maceralara taşınması, yeni duygularla renklenmesi, yeni düşüncelerle derinleşmesi mümkün olmaz.
Sözünü ettiğimiz şey, kendisini istemeye gelen ve sevdiği gence kavuşma hayali taşıyan genç kızın, kahve hazırlarken duyduğu heyecandır. Bir çalışan olarak genç kızın bu heyecanı hissetmeden hazırladığı ve sunduğu kahvenin yani işin tadı olmaz.
Günümüz çalışanlarını gözlediğimizde ne yazık ki gördüğümüz manzara çoğunlukla iş ile onu yapan kişi arasında duygusal uçurumların olduğudur. Çoğunluk, işini sevmiyor, mutlu değil, dahasını dahasını istiyor, titrinin yükselmesini, parasının artmasını, sosyal haklarının gelişmesini istiyor. Öyle ki bazen bu istekler gün boyunca işi gerçekleştirmenin önündeki en önemli engel oluyor. Maalesef çalışanların çoğunluğunun bu kadar isteğin ve beklentinin yanında kendi katkılarını, kendi başarı ve başarısızlıklarını neredeyse göremediklerine şahit oluyoruz. Oysaki kişinin her şeyden önce kendi durumunu gözden geçirmesi, ürüne, hizmete, sürece ne gibi katkıları olduğunu görmesi, adeta kendi yapıp etkileri ile yüzleşmesi gereklidir.
Çalışanların çoğu işte yetersiz oldukları halde isteklerinin ve beklentilerinin ardı arkası kesilmiyor. Başarısızlıkları hatırlatıldığında ise bir ton gerekçeler üretilebiliyor. Klasik cevap da hep hazırdır: ‘Benim isteklerim gerçekleşmiyor ki, bana yeterince verilmiyor ki, iş yeteneklerimin altında, aslında ben, beni geliştirmiyorlar ki...’ Oysaki işe gönlünü koymak başkasının çabası ile olmaz. Kişinin kendi çabası gereklidir. Teknik ifadesi ile söylemek gerekirse iç motivasyon olmadan dışarıdan sağlanan motivasyon yetersiz kalır.
İşine gönlünü koyan kişi, tiyatro sahnesindeki oyuncu gibi rolü ile bütünleşip adeta kendi hayatını oynar. Sergilenen bir oyundur ama yaşanan duygular gerçektir. Çoğu çalışanın iş sürecindeki davranışları metriktir, mantıklıdır; ama duygudan yoksundur. Bu durumda kişi memur zihniyetini aşamaz. Memur zihniyetinden anladığımız, kişinin işi, sadece iş olarak yapmasıdır. Bu da bir çalışma şeklidir ama günümüz modern iş yaşamında arzu edilen bu değildir. İş, hayatımızın önemli bir parçası olmadan, iş saatlerinin dışında da zihnimizi kurcalamadan, içten gelen bağlarla bağlı olmadan, yöneticiler istiyor diye değil zaten sevmeden başarı beklemek, yükselmek, çok kazanmak hayaldir.
İşe gönlünü koyma yarışında nihayi temel hareket noktası, işin insana ait olması kadar insanın da işe ait olmasıdır. Tanımlanan iş ve görevleri uygun nitelikteki kişiler gerçekleştirebilirler. Bu süreçte kişinin kendisini de işin bir parçası olarak hissetmesi, kendisini de ortaya koyması, kendisini işin üzerinde görmemesi önemli ve gereklidir.
Sonuç olarak, konu ne olursa olsun işin tüm yönleriyle benimsenmesi, işin içine nüfuz edilmesi, işin özüne ulaşılması ve işe renk verilmesi, daha da anlamlı hale gelmesi ciddi bir uğraş gerektirir. Bu uğraş nitelik olarak işin dışındadır ama işin kendisi kadar önemlidir ve başarılması gereklidir. Bu başarıldığında kişi işe gönlünü koymuş olur ve rahatlar. İşte bir başarısızlık olsa bile kişi yapılması gerekenleri yaptığı için mutsuz olmaz.
Dr. İlhami Fındıkçı
(Davranış Bilimleri Uzmanı)