Bulutların güneşle dansı gibi insanın anı anına uymaz. Bazen engin bir aydınlığın içinde yere göğe sığmaz, engel tanımaz, yükselir, coşar, dünyanın iyiliğini üretecek gücü kendinde bulur. Hayatın merkezinde yer alan, çevresi için yaşayan bir sevgi insanına dönüşür.
Bazen de yaşama sevinci düşer insanın, yerinden kalkamaz, sevdiklerinin gözlerine bakamaz. Çevreyi aydınlatmak bir yana kendi karanlığına hapsolur, sorumluluklarını unutur, endişeye, gerginliğe ve şiddete teslim olur. Hayatın kıyılarında yaşama tutunur.
Bilgi çağında yoğunlaşan duygu durum geçişleri, doğal olarak bireyin toplumsal ilişkilerini de etkiliyor. Birer sosyal sistem olan ailede, kurum ve toplumda da benzer moral değişkenlikleri yaşanıyor. Zira hayatı ağırlaşan, birlikte olmanın güzelliğini davranışa dönüştüremeyen ve aynı evin içinde yalnız kalan bireyler gibi fikir çatışmalarının kişiliklerle uğraşmaya dönüştüğü, iletişimsizliğin tavan yaptığı ve moral motivasyonun azaldığı iş ortamları da az değildir.
ASABİYE TEORİSİ
Toplumlardaki duygusal geçişlerin yol açtığı gerginlik, uyumsuzluk, mutsuzluk ve umutsuzluk hali, çok daha büyük tehlikelere yol açar. Araştırmalar; öğrenilen bir toplumsal davranış olarak sosyal asabiyenin, toplumda çok büyük bir hızla yayıldığını göstermiştir.
Dolayısıyla İbn-i Haldun’un, 14. yüzyılda işaret ettiği asabiye teorisini bugün daha iyi anlıyoruz. Zira insan gibi toplumların da tabiatı, belirli bir süreklilik ve düzen içinde değişiyor. Bugün değişimin hızı arttıkça uyum kapasitesi zorlanıyor. Diğer insanlarla birlikte yaşama ihtiyacı, nesep birliği, akrabalık bağı, toplumsal sevinç ve kederleri paylaşarak kaynaşma ve dayanışmayı işaret eden asabiye teorisine göre kolektif eylemin yegâne kaynağı, çekirdekten başlayarak genişleyen akrabalık bağıdır. Akrabalık bağı, zamanla ortak bir kültür, ülkü ve inanç birliğine dönüşerek kendisine has özellikleri olan bir toplumu ve devleti oluşturur.
Ancak toplumları temsil eden devlet, bayrak, hukuk gibi üst kimlik kavramları zayıfladığında ya da kişiyi korumada yetersiz kaldığında bireyin aidiyet hissi, bu üst kimlikten alt kimlik gruplarına kayar. Alt grupları birbirine yaklaştıran akrabalık bağları yeniden öne çıkar. Ve “Biz kimiz?” sorusu, “ben kimim?” sorusuna dönüşür.
Şu halde bireyler, toplumda kazanılmış haklarının alıkoyulduğu, hukukun zedelendiği, çeşitli mahrumiyetlerin ve zor şartların yaşandığı hissini edindiklerinde daha fazla alt kimliklerine yaklaşıyor ve asabiye toplum olmaya yöneliyor.
Bugün başta Amerika olmak üzere birçok toplumda yaşanan budur. Sosyal asabiyenin, dünyada hızla bir davranış modeline dönüştüğüne, giderek yerleştiğine hatta yer yer kabul gördüğüne şahit oluyoruz. Amerikalı polisin siyahi George Floyd’u, dakikalarca nefessiz bırakarak öldürmesi, toplumdaki adalet duygusunu zedelemiş ve toplumsal aidiyeti, devletin üst kimliğinden aynı rengi temsil edenlerin birliğine indirgemiş, insanları sokaklara dökmüştür. Zira toplumun ahlak, adalet gibi ortak değerlerinin ve bireyleri koruma gücünün zayıflaması, toplumsal belirsizlik ve gerginlik olarak sokağa yansır.
Sosyal asabiyeye kapılmış toplumda, gerginlik, yıkıcı davranış, endişe hali, kendi yakınları dışındakileri ötekileştirme, saldırganlık ve şiddet hızla gelişerek alışkanlık haline dönüşür.
ADALET DUYGUSU
Toplumun moral düzeyinde; yerleşik kültür, refah düzeyi, toplumun genetik mirası, siyasal düzen, yönetim biçimi, demokrasi anlayışı, ortak toplumsal amaçlar, ahlak düzeyi gibi birçok etken rol oynar. Ancak toplumsal gerginliğin yerleşmesinde asıl etkili faktör; toplumu ayakta tutan ortak değerlerdeki zayıflama ve adalet duygusundaki zedelenmedir.
Düşünün ki anne babasının, kardeşine göre kendisine daha kötü davrandığını düşünen çocuk, huzursuzlanır ve ailesine karşı asabileşir. Çalışanlarına adil davranmayan bir işverenin bu davranışı, çalışanın kurum aidiyetini zedeler, moralini düşürür ve kişi gergin davranışlar sergiler.
Maddi kültürün egemen olduğu, duygusal ve moral değerlerin giderek zayıfladığı, dijital müritliğin yaygınlaştığı ve siber vatandaşlığın konuşulduğu bir dünyada toplumlarda yaşanan sosyal asabiyenin daha da artacağı bir gerçektir. Şu halde bireyde, ailede ve kurumda olduğu gibi toplumu diri tutan temel değerlerin, her türlü aşırılıktan kurtarılarak yaşatılması, toplumsal barışın olmazsa olmazıdır.
Topluma gerçek yaşama sevinci veren, bireylerin ve devletlerin görünen maddi varlığından önce görünmez mana zenginlikleridir. Dolayısıyla liderlerin; Hz. Ömer’in, Medine’nin dışındaki köprünün kırık tahtasından dolayı ayağı kırılan kuzudan kendisini sorumlu tutmasındaki hassasiyet misali her gün bir daha kendilerini gözden geçirmeleri elzemdir.